Aslan’ı Kaybetmek


Aslan’ı kaybettiğimizi duyduğumda, insanın kendisinden bir parça kaybedişinin derin bir yoğunluğunu yaşadım. Nasıl ki fiziksel bir organın yok oluşu, bu fiziksel yapı varoldukça yoksunluğu yaşanıyorsa, Aslan’ın yok oluşu da bende, yaşamımda sürekli bir yoksunluğu, kendimden bir parça kaybedişimi yaşattı.

İlişkilerinde ortak değerler oluşturmak, Aslan’a özgü bir değişim dönüşüm sürecini başlatırdı.Karşısındakini değiştirip dönüştürürken bu değişim, karşısındakinde içselleşir ve karşıdaki; bu fikirleri yeniden üretirken de, kendi fikirlerinin bir parçası olarak algılardı. Bunu yaparken de hiç bir zaman öğretmen edasıyla değil, daha çok birlikte bir arayış sürecini başlatan ve karşısındakin de iç tartışma sürecini oluşturan bir ilişki biçimi yaratırdı. Bu, Aslan’la yaşamı yeniden üretmekti. Bu değişimi, Aslan’sız hissetmek, her zaman bütünden yoksun bir paylaşımı yaşamaktı. Nitekim ölümünden sonra bu eksikli paylaşımın yoğunluğunu hep yaşadım..

O, hiç bir zaman ‘ben’ olarak yaşamadı. Her zaman ‘biz’ içinde ‘ben’ olmaya çalıştı. Yaşamın dayattığı ‘ben’olmaya karşı direndi ve tepti. Bu nedenle yaşamı ‘dünya nimetlerine’ karşı bir yaşam gibi algılandı. Halbuki o bu ‘ben’ in sağladığı, oluşturduğu nimetlere karşı idi. ‘Biz’ içinde ‘ben’ olduğunda ‘dünya nimetleri’ ile ilgili derin estetik beğeniyi ve hazı hissetmemek mümkün değildi. O buradaki geri yaşamın dayattığı ‘biz’ dışındaki ‘ben’ yaşamına hep direndi ve düşündüğü gibi yaşadı.

Göçmenlik yaşamında ki süreçte yazdığı yazılardan da anlaşılabileceği gibi, kendiliğindenci bir yaşam ve ilişki biçimini hiç bir zaman seçmedi. Sürekli siyasal ve toplumsal sorunlardaki çözümlemeleri doğrultusunda ilişki tarzları geliştirdi. Bütün enerjisini bu çözümlemeler doğrultusunda harcadı. Siyasal kadroların burada göçmen gurubuna dönüşeceği kaygısını taşıdı. ve kaçınılmazlığını yaşadı. Buradaki yaşamın yaratacağı sosyal problemlerin, aile ilişkilerinde, ve çocuklarla olan ilişkilerde yaratacağı tahribatları önceden sezebildi. Ve bu doğrultuda geliştirdiği ilişkiler, toplumsal değişim, dönüşüm için bir ideolojik mücadele alanı oldu.

‘Ben’ olmanın vereceği tüm olanakları teperek inadına bilginin topluma ait ve toplumun hizmetine sunulması gerektiğini tutumuyla gösterdi. Halkının hizmetine olan bir faaliyeti, geçim aracı olarak kullanmama ilkesini inadına savundu ve yaşamsal bir ilke haline getirdi. Toplumsal hizmet gördüğü sürece yeteneklerini kullandı. Bunun dışında hiç bir şey yapmadı. Yoksa yeteneklerini ‘ben’ olmaya yöneltseydi sahip olacağ ‘dünya nimetlerinin’ miktarını ölçmek mümkün olmazdı bugün.

Bazen kavramları tanımlamada ki zorluk, içeriğinin derinliğine bir kısıtlama getirir. Bu derinliği yaşamda görmek ve tanımı buradan çıkarmak, bilinen kavramların içeriğini daha da zenginleştirdiği gibi tanımdaki zorlukları da bir derece aşmaya yarar. Kardeşlik, arkadaşlık, ve vefakarlık, dostluk gibi bilinen kavramalar Aslan’la ilişkide bambaşka bir derinlik ve içerik kazandılar. Burada ki çocuklar çok şanslıdırlar ki amca kavramının zenginliğini onunla yaşadılar v ehissedebildiler. Her ilişkiye konulacak ad onda anlam buldu ve zenginleşti. Bu nedenle kardeşim, arkadaşım, yoldaşım, öğretmenim ve çocuklarımın amcası Baz’ı hep arıyorum ve özlüyorum …
Metin Sandalci september 24, 2002 16:23