Aslanı Anlatabilmek


‘Bir çivi çakma duvara
Iskemleye savur ceketi
Üç günün telaşı niye
Bir gün dönersin buradan…’

Bertolt Brecht

Aslan’ı anlatmanın ne büyük birzorluk olduğunu onu anlatmaya karar verdiğimde anladım. Şu açıkki; Aslan’ıtanıyan herkesin aslında kendi iç seslerinde tartıştıkları, gördükleri,hissettikleri bir Aslan var ve dolayısı ile ben herkesin ortak Aslan’ını değilkendi iç sesimdeki Aslan’ı anlatmak istiyorum…

Hangi yönleri anlatılmalıydı, O,ya da onun asla istemeyeceği bir tarzda övülmeden, abartılmadan anlatılmasınasıl sağlanabilirdi?.. Yaşam biçimi ile, dünyaya bakışı ile bir başkaözgünlüktü onunkisi.. Kahramanlık değildi.. Bana göre, örneğin kahramanlaryaratan ideolojik/toplumsal mekanizmayi sevmezdi…

Brecht’in Galille oyunundaki birsahneyi anlatmıştım ona sevmişti.. (Galille, ortaçağ Avrupasında kilisenin bilimibelirlediği dönemde dünyanın yuvarlak olduğunu tespit eder ve bu düşüncesiniöğrencilerine anlatır, halkın anlayacağı dilde yazar. Bunun üzerine kiliseGalille’yi afaroz etmekle tehdit eder. Galille bir öğrencisine artık dünyanınyuvarlak olduğu ile ilgili düşüncelerini yazmayacağını, kilisenin tepkisiniçekmek istemediğini söyler.. Bunu duyan öğrencisi sinirlenir ve ‘yazıklar olsunkahramanı olmayan halka der…. Galille ise ‘yazıklar olsun kahramanlaragereksinim duyan halka’ der…)

12 eylül’den sonra, (arkadaşlarıile güneybatı Kürdistan’a geçme hazırlıkları yaptığı kısa bir dönem hariç) onuilk 1998 eylül ayında gördüm.. Uzun yıllar geçmişti aradan.. Ve bu uzun yıllararağmen, aramızda hala ortak bir frekansın olması ikimizi de sevindirmişti(gerçi telefonlarla süren bir ilişkimiz vardı ama genede yüz yüze görüşüp durumtespiti yapmak daha önemliydi benim için) Grup olmak ve birbirini bu kadar yılsonra anlamanın anlamı üzerine konuşmuştuk, birkaç gün adeta sabahladık…Yorgunluğa içselleştirilmiş bir hayatı vardı onun ve o asla şikayetçi olmazdıbundan… Yıllardır böyle yaşıyordu ve belliki yaşamayı sürdürecekti; onun hayatanlayaşıydı bu… Kişisel sorunlarını, rahatsızlıklarını asla konuşturmaz,konuşulmasından hoşlanmazdı… Daha 12 eylül öncesi yılları için, bakin biryazar-Alev Alatlı- nasıl tanımlamıştı onu; ’…dokuz dersin altısı bos geçen birliseden aldığı diploma ile İTÜ’yu kazanmış olması, zekası hakkında bir fikirverecektir’ . ‘…. Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa erinirim mertebesine ulaşmışbir derviş ile, her türlü bireysel beceriyi, yeteneği, mutluluğu reddeden birtoplumcunun bileşkesiydi.’

O’nu kitabinda acımasızcaeleştiren Alev Alatlı bile zekasi ile ilgili doğruyu göstermek zorundakalmıştı.. Doğrudur o bir dervişti, doğrudur o bir toplumcuydu, yanlıştır oasla bireysel beceriyi ve mutluluğu reddeden bir insan olmadı. Şalvarı ileViranşehir’de damda gitar çalan da, Istanbul’da kendisine ait özel dinlenme,çay içme, sohbet etme mekanları seçen, ilgi alanları doğrultusunda kendisinigeliştiren de o idi. Ona yönelik eleştirileri bir yandan Alev Alatlı’nınidelojik/politik yapılanmasının getirdigi dunyaya bakiş, diğer yandan bir başkakültürden, çevreden bir insanla gönül ilişkisinin psikolojik etkileri ileilgili idi. Bu iki faktör onun zekiliğini, derviş olma özelliğini vetoplumculuğunu görmeye engel değil ama onu bir bütün olarak değerlendirmeye,algilamaya engeldi…

Peki yazarın anlattığı dönemAslan açısından nasıl bir dönemi ifade ediyordu?

Biz bir grup insan, bir zamanlardaha güzel, daha yaşanılır, daha onurlu, öncelikle özgür uluslardan oluşmuş,giderek sınırsız, sınıfsız ve özgür kadın/erkeklerden oluşmuş bir dünyayıhedeflerken o hayallerimizde yarattığımız tepeye çıkan yamaçta tanıştıkAslan’la. O küçük gruptan başka onlarca irili, ufaklık grup vardı orada.. Çoğudöküldü onların, bir kısmı aşağıya yuvarlanırken taşlara, kayalara, çalılıklaratutundu. Halen daha o yamacın bir yerlerinde, daha fazla yukarılara çıkamasalarda, tutunmayı becerebilen birileri var.. O küçük grup, herkesin ‘devrimyapacağiz’ beklentisinin olduğu zamanlarda, ‘Kürdistan’daki mevcut kadrolardandevrim çıkmaz’ demişti, kimlerden çıkacaksa eğer; onların da en azından ‘niçindevrimciyiz?’ sorusuna tek tek, bireyler olarak yanıt araması gerektiğinisaptamıştı.. Marxist öğreti yanında, psikoanalitik düşünceyi, Wilheim Reich,Eric From, Freud gibi yazarları daha o zaman, sloganların çıkardığı tozbulutundan gozün, gözü görmediği bir zamanda çalışıyordu o grup.. Gene o grup,sloganların sorgulanması ve içinin doldurulması adına ideoloji ve teoritartışarak bilgi teorisi, iktidar, hegomonya, popüler kültür bağlamında Gramsciile aydın olma sorununu çalışmıştı… (O zamanın başucu kitaplarımızdan biri deÇernişevski’nin Nasıl Yapmalı’sı idi.. Aslan’ı oradaki Rahmanov’a benzetirdikgaliba…) Ve en önemlisi tüm bu sorulara yanıt ararken, hayatını devrimcimücadeleye koşulsuz, ikirciksiz sunacaklar ile sunamayacakların, her bireyinkendi iradesi ve iç tartışması ile belirlenmesini önüne koymuştu grup… Butartışma, aynı zamanda gruptaki bireyleri kendini değerlendirme, kişilikdönüşümü ve iç hesaplaşma gibi önemli alanlara da götürmüştü. Bütün bunlar,sol/sosyalist/ ulusal mücadeleler içerisinde, çok sonraki yıllarda tartışılacakolan ‘kendisi için sınıf, kendisi için ulus’ kavramlarının, o süreçte bu gruptabilince çıkarılma çabaları idi… Işte Aslan tüm bu süreçte, hayatını daha güzelbir dünya için devrimci/ ulusal mücadeleye bağlama kararı alan az sayıdainsandan biriydi…

Aynı grup, bir dönem sonrakendilerinin de bu süreci göğüsleyemeyeceklerini açık yüreklilikle belirtip,grup çalışmasına son verdiğini duyurmuştu…. Aslan bu dönemden sonra, bir başkahayatı Isveç’te insanların çok çabuk biribirine benzetildiği koşullardayaşamaya başlamıştı…

Bizim için neyi ifade ediyordu buyeni hayat?

O, göçmen durumunda ülkesindenuzakta yaşayan Kürdistan’lıların vicdanı hesaplaşmalarındaki içsel itiraflardasuratlara çarpan tokattı; omurgasız Kürt siyasi kümelenmesinin, çürümüşlüğün,içi doldurulmamış slogancılığın, bilgiyi arka planına almamış ukalalığın,sistem içi yürüyen kredi kartlarına dönüşmüş bir toplumsal cinnet halinin,araba, ev gibi mülk sahibi olma biçiminde işleyen sistem çarklarınındişlilerinden biri olma tavrının su yüzüne çıktığı bir noktada varlığı ile,yaşam biçimi ile karşısında duran bir hesaplaşma cephesindeydi.. Tek başına idive orada idi o.

Insanları pençelerine alanceberrut kapitalist pazar ekonomisi koşullarında ‘modern zamanların’ ayaktaduran dervişi idi o.. (Diyojen’in Iskender’e içinde yaşadığı fıçışının onündegüneşlenirken söylediği ‘gölge etme başka ihsan istemez’ başkaldırısınıngünümüzdeki tercümesi idi..)

O herkesin her konuda bilgisahibi olduğu, fakat birçoğumuzun hiç bir konuda derinleşmediği bir biçimdeyapılanmış Kürt siyasi kümelenmesine bilinçli bir yanıttı…

Mülkün kölesi olmayan ve belkiasla gidebileceği hayalini dahi kurmadan, ertesi gün dönecekmiş gibi kaldığıülkeye, kente, eve çivi çakmayan bir özeleştiri cephemizdi bizim…

Onun onurlu ve tavizsizyaşamının, sistemle aramızda çakılan her yeni çivide bizleri uyarmasıdileğiyle…

Nisan 2001