Güney’in sıcak güneşi ağır ağırbatarken mi karşılaştım seninle?
Yoksa Batı’nın serin bir sonbaharında mı?
Yok yok ikisi de değil bence.
Yol kenarında çaylarını yudumlayanlar, nargilelerini fokurdatanlar…
Alçak iskemleli kahvehanelerinin birinde buluştuğumuzda;
sabah ajansında,
devrimcilerin isimlerini mi okuyordu, o davudi sesli spiker?
Çevre ilçelerden gezmeye gelen gençler,
çalımlı çalımlı yürüyorlar mıydı
çıkmaz sokaklarına doğru Melikahmed’in?
O çıplak adam, sen miydin?
Hani İsa’dan iki yüz seksen yedi yıl önce,
Sirakuza kasabasında;
Mekanik ilminin kurucusu,
Matematikçi,
Tarihlerin anlattığı…
Son günlerde zihnini o kadar uğraştıran problem ne idi acaba?
Bunu pek bilemiyorum, doğru olarak.
Bildiğim bir şey varsa;
O da,
Marcellus’un, yani düşmanın,yani kalbinin, zekana karşı sonsuz bir hayranlıkduyduğu idi.
O’na, “Şu problemi bitirmedikçe hiçbir yere gelemem.” demedin mi?
Ya da
Menelaos’un Zeus’a dediği gibi:
“Ezeyim onu, kendisini dostça konuklayana kötülük edemesin.” de mi diyemedin?
Güzelliğine kıyamadığın Helene’yi öldüremedin mi?
Paris’le Troya’ya kaçan, o değil miydi?
“Üslûb-u beyan, ayniyle insan.”
O zamanlar, insanların kafalarıhurafelerle bulanık bir halde idi. “Senin açık görüşlülüğün ve sönmek bilmeyenhakikat aşkın bizleri büsbütün sarmamış mıydı?”diye, sana niye soruyorum ki?Sen, senin içindeki sen ve dışındaki sen ile bazen içten, bazen seslikonuşurdun. Onları ciddi bir tavırla dinler; sonra,”birkaç basit, fakat gerçekbir cümle ile karşındakileri derinleştirir”,”ruhlarını mı yüceltirdin”demeliyim? Bu cümleyi sen nasıl kurardın? Bunu şu an kestiremiyorum…
O dönem, kilise sana karşı cephealmamış mıydı? Onların kitaplarında “dünyanın gökyüzünde hareketsiz durduğu…”söyleniyor veya “dünya ebedi olarak hareketsiz durur… Güneş doğar ve batar.Battıktan sonra da doğduğu yere gider…” denmiyor muydu?
Sen; ayın üzerindeki dağlar, yeniyıldızlar, Jüpiter’in etrafında dolaşan küçük peykler, Venüs(Zühre)ün hilali,Setürn(Zuhal)ün halkaları ve güneşin üzerindeki lekeler gibi büyük keşifleriylebütün dünyanın zihnini allak bullak etmemiş miydin?
Sen, yüzyıllarca öncedengünümüze, henüz kimsenin ayak basmadığı bilimin derinliklerinde büyük bir aşklaaraştırmalar yapan o filozof değil miydin?Tarih öncesinden günümüz sonrasınayolculuk yaparken; bu aralıkta, ben faninin yoldaşı, sen değil miydin?
Sen, öğrencilerine, milyonlarcainsanın dikkatini çeken, sosyal kurumları değiştiren, tarihin üzerine etkiyapan birçok kitap-kitaplar önermemiş miydin?Seni kitaplardan, kitapları sendenayrı düşünmek olası mı?
“Ölmek değildir ömrün en müşkil işi
Müşkil odur ki ölmeden evvel ölür kişi.” Y.Kemal
Ben, sahi seni, bir ara 1578yılında İngiltere’nin Folkstone’de yaşadığını okumamış mıydım? Sakın, “Bu biryanılsamadır.”deme bana… Evet, evet çok iyi anımsıyorum:”Kalpten kalbe biryol gider mi?”, “Kalp kalbin aynası mıdır?” diye sormuştun. Ve tarihe şu notudüşmüştün:” İnsan kalbinin içinde dört boşluk vardır. Bunlar da sağ ve solkulakçık, sağ ve sol karıncıktır.” Sonra bir atıfta mı bulunmuştun ne? ”İsa’dansonra birinci yüzyılda yaşayan Galen ve Aristo’nun kan hareketleri hakkındakiteorisinde ufak tefek değişiklikler yaptığını; özün aynı, fakat, görünümündeğiştiğini anlatmamış mıydın? Sonra, bıyığını burarak, tebessümle: ”Kalp,bazen bizi yarı yolda bırakabilir; bize ihanet edebilir.” dememiş miydin?Hatta,deli akan kandan ve kana karışan ihanetten, davranma emrini veren veannesinin ‘Türk’ olduğunu hatırlayanın, teslimiyetinden de mi bahsetmemiştin?
Bu son cümleleri çok iyianımsıyorum.
Viranşehir’in tozlu-sıcak yollarında matematik öğrettiğin gençlerin arasındamıydım? Riyaziyenin ruhunu keşfe çıktığında;”Sir İsaac Newton benim kankardeşimdir.”dediğini de mi duymadım sanıyorsun?Duydum, duydum… Adınınaslında “Sir” ile başlamadığını, daha yirmi dört yaşında iken, iki terimliteoremi ve tamlama hesabı ilkelerini keşfettiğini; O’na,”Tarihin en büyükmatematikçisi adını vermek başarılarını anlatmaya yetmez.” dediğini de duydum.Ama bu keşfinden on sene önce yalnız iki yıl ortaokulda okuduğunu da, birçiftçi çocuğu olduğunu da… Ayrıca; Kardeşin Newton’un, aynı zamanda doğa yasalarınıbütün bir insanlığa öğretmiş olduğunu, O’nun, çağdaşımız olduğunu ve yaşadığını, karanlıklar içinde yatan doğayı ve doğa yasalarını aydınlığa çıkardığınıda… Ve doğanın karanlığını aydınlatırken bu aydınlığa katılanları da büyükbir derviş sabrıyla sen anlattın. Senden duydum…
Sevgili Aslan,
Galvani, pili icad ederken “pilzayıf”, “pil bitti”, “pilim bitti” deyimlerini, düşünme hızıylailişkilendirmeyi düşünmüş müdür? Bilemem ama,İseviliğin doğuşundan çok evvelyaşamış olan Miletos’lu meşhur bilgin Thales’in yaptığı denemeden, kehribarıbir ipekliye sürttükten sonra bunun diğer cisimleri çektiğinden bahsettiğinianımsıyorum.Hatta elektrik sözcüğünün Grekçe elektrondan geldiğini ve bunun dakehribar olduğunu anlatmıştın bir sohbetinde. Belleğim beni yanıltmıyorsa,Luigi Galvani’nin zeki ve gözlem yeteneği gelişkin, güzel eşine borçluolduğumuz bir deneyi de anlatmıştın. Kocasının masasında duran içi doldurulmuşkurbağa maketine elektrik yüklü bir anatomi bıçağını değdirdiğinde kurbağanınbacağının tepki verdiğine değinmiştin. Sonra, “Etkilenen birinin tepki vermesikaçınılmaz mıdır? diye sormuştun… Yanıtım “evet” olmuştu. Sen, “Kaçınılmazdeğildir.” demiştin.
Arkadaşlarını ele vermeyendevrimcilerin tepki vermeyişlerini yıllar sonra anladım.
Tatvan’ın tek ve uzun caddesinde,yüreğimin üzerinden geçerken, kanatan paletli savaş araçlarını gördüğümde, hersaat; tepki vermemiştim…
“Geleceği görürsen bugündenkorkmazsın.” dememiş miydin?
Yıllar sonra anladım…
İsa’nın doğumundan (Bu İsa da kim oluyormuş? İkide bir cümlenin ahenginibozuyor
diye sorma bana. Bu takımı, çok iyi tanıdığını biliyorum.) önce birinciyüzyılda İskenderiye’de yaşayan Hero adında bir Grek filozofunun o dönemdeyaptığı tuhaf bir oyuncaktan da mı bahsetmemiş miydin? Bu makine kendi eksenietrafında dönen içi boş bir metal küre ile altındaki su dolu kazandan ibaretolduğunu söylemiştin. Bu metal küreden dışa doğru diklemesine uzanmış birçokince delikli borunun olduğunu; kazanın altında ateş yakıldığı zaman subuharının küreyi doldurduğunu, boruların deliklerinden dışarı fışkıran subuharının, küreyi kendi ekseninde dönmesine sebep olduğunu anlatmamış mıydın?
Sonra, çaydanlık , çay vebuharının kudretine dair, çay demlemede gözlediğimiz,iki sevgiliyi yani ikihidrojen ve bir oksijenin sevdalarını anlatan çok ince ve esprili bir öyküanlatmıştın.
Şimdi bunları sana uzun uzunanlatmayacağım.Sıkıcı olabilir, ama; bugün, öğrencilerime nitelik ve niceliksıfatlarını her anlattığımda, bu öyküyü zevkle anlatıyorum…
Senin için, sana dair yazılanlardan abartı arayanlara rastlanabilir. Bir şeyiolduğundan çok üstün ya da çok aşağı görmedir, abartı.
Aslan, abartısız yaşadı.
İdealleriyle gerçekliğinibağdaştırmaya, onu uyumlu hale getirmeye çalışan bu “güzel insan”ı, bu “yeniinsan”ı verili zenginliğinin olsa olsa binde biriyle anlatmaya çalışmak acabaabartı sayılabilir mi?
Hiç sanmam…
O, idealleriyle uyumlu bir dünyayaratmak için çıktı yola. Gorki’nin deyimiyle:”Tanrı, insanoğluna önünü görsün,düşmesin diye ideal bastonunu verdi.” İdealleriyle gerçekliğini hiçbir zamançatıştırmadı. Devamlı güzelden yana tavrını koydu. O’nu büyüten veölümsüzleştiren de bu tavrıdır, derim ben…
Sevgili Aslan,
Normalde çabuk duygulanan, tabir-i caizse “gözü yaşlı” biri sayılırım. İnan kiağlamadım, kızarsın diye…
Seni seviyorum. Emek verdinbana…
Seni seviyoruz. Emek verdin bize…
Naci Mir Ali posted on October 14, 2002 08:43