Milliyetçilik ulusal sorunların çözümü olabilir mi?


Milliyetçilik ulusal sorunların çözümü olabilir mi? Bu soruyu elbette yalnız başına sormak yetmez. Alternatifi nedir ile birlikte ele almak gerekir. Milliyetçiliğin çözüm olmaması hiç bir biçimde ’haksız’ olduğu anlamına gelmiyor. Haklılık hiç te ’çözüm’ anlamına gelmiyor.

Sovyet deneyinin büyük bir başarısızlıkla sonuçlanması sosyalistlerin bu konuyu yeniden ele almalarını zorunlu kılıyor. Aslında bu yalnız bu konuda değil’din’, ’özgürlük’, ’kadın-erkek eşitliği’, ’eğitim’ ve ’insan hak ve özgürlükleri’ konularında da geçerlidir.

Tüm bu konulardaki değerlendirmeler eğer sonuç verici olacaksa her şeyden önce tümüyle önyargısız olmalıdır. Kürdü’yle Türkü’yle Türkiye-Sosyalizmi bu konuları ’ciddi’ olarak hiçbir zaman tartışmadı veya tartışamadı. Ve ’ordulaşma’ yazısı bu konudaki son ön-alma girişimi sayılabilir.

Düşman tarafından kuşatılmışlık olgusunun yol açtığı kaygılar ve gerekçelendirmeler bu konuların tartışılmasının temel engeli olmuştur. Bu noktada ’yenin içindeki kırık kolun kangren olabileceği gerçeği’ hep gözardı edildi Mevcut ve malum sorunların çözümü müstakbel ve muhayyel zamanlara tehir edildi. Belki bu konuda en olumsuz etkiyi ’Leninist devlet teorisi ve proletarya diktatörlüğü düşüncesi’ oluşturdu.

Ulusal sorun söz konusu olduğunda, temel ideolojik tercih olan ’enternasyonalizm’ zamanla milliyetçilikle yapılan uzlaşmaların da katkısıyla bir orta-yol’a dönüşerek saflığını yitirdi. Mazlum ulusların milliyetçiliğine hoşgörü zaman içinde zalim ulusların zulmünün perdesi haline geldi. Büyük Rus şovenizmine karşı Kafkas halklarının milli taleplerine gösterilen hoşgörünün zamanla ’enternasyonalizm’ adına dayatılmış ’Rus milliyetçiliği’ haline gelmesi belki de kaçınılmazdı.Diğer temel düşünceler gibi sosyalizm de sapmalara karşı tahammülsüz.

Bugün varılan noktada, gigantisk bir başarısızlığın boğucu ve umut kırıcı etkileri altında ’milliyetçiliğin’ ulusal sorunlara çözüm olabileceği sanısının ’eski’sosyalistlere kadar ulaşmasına şaşırmamak gerekir. Bu anlaşılır yönelimin sorunların çözümüne katkısı ise hiç de apaçık değil. Tam da bu noktada ’globalizm’ kavramı kendini dayatıyor.

Sosyalistler daha 150 yıl önce insanlığın temel sorunlarına ’ulusal’ gözlüklerin ardından bakmamak gerektiğive belki bu ulusal sorunların genel bağlamda algılanması gerektiğini öne sürerek bugün ortaya çıkan bu fikri çok daha tutarlı bir biçimde ortayakoymuşlardı. Başkalarının bunu istismar ediyor olması gerçeği bunun terkedilmesinin gerekçesi olamaz.

İnsan oğlunun sorunlarını algılayışına temel bir metodoloji sunan sosyalizm bunu uluslar düzeyinde enternasyonalizm olarak formüle etti. Ve bu fikir bugün değerinden hiçbir şey yitirmiş değil. Hala yerkürede yaşayan insanlar çeşitli uluslara da mensup olsalar da aynı kaynaktan gelen ve benzer tecellilere sahip olan sorunları yaşıyorlar. Ve bugün bu durumu görmek daha da kolaylaşmıştır. Dünyanın her gün daha çok bir bütün haline geldiği günümüzde sosyalistlerin kendi ’ulusal’, ’bölgesel’ v.b kabuklarına çekilmesi ne gereklidir ne de yararlı. Olsa olsa kendi geçmişi ile hesaplaşma gücü gösterememekten kaynaklanan bir kaçıştır. Ve gelecek kendini yenileyendeğil ama yeniden bulacak sosyalizmin olacaktır.

10 Yıllık muhaceret

Son 10yıllık muhaceretin gözden geçirilmesi belki yurt dışındaki Kürtlerin geleceğeyönelik doğrultularının açıklık kazanmasında bir çıkış noktası olabilir.

Bugün dışarıda küçümsenemeyecek bir Kürt nüfus birikmiş durumdadır. Ve bunların büyük bir çoğunluğunu kalıcı saymamak için hiç bir neden görünmüyor. Bu nüfusun önemli bir kesimi mültecilerden oluşuyor. Bir önemli kesim ise yarı mülteciler. Yani Kürdistanda son 10 yıllık savaşın maznunları. Oransal dağılımları ülkede nülkeye değilse de bir de bunlara göçmen işçiler eklenebilir. Bu kesim için de aslında ulusal duyguları güçlü olduğu gözlemi yapılabilir. Bu açıdan bakılırsa bu potansiyel çok önemli ve neredeyse silme bir ulusal potansiyeldir. Daha da önemlisi bu esas itibariyle Avrupa’nın değişik yerlerine dağılmış bir potansiyeldir. Hem nicelik olarak hem de yurtseverlik bakımından bu potansiyel Kürt sorununda dikkate alınması gereken bir faktörü oluşturuyor.

Hiç olmazsa günümüzde (bu aslında insanların örgün toplumlar oluşturdukları zamanlardan beri demek) her diktatörlük ideolojik düzeyde, yalan ile doğruların karıştırılmasına dayanır. Bu politik düzeyde gerçek güçler arasındaki gerçekilişkilere karşılık düşer.

Bir diktaya karşı başarılı mücadele verebilmek her şeyden önce bu iki durumun çıkış noktası yapılmasına bağlıdır. Bu durumlar ’ulu önderimizde’ hemen-hemen baştan beri(hiç olmazsa 80 sonrası) ve zaman içinde daha çok sistemleşip olgunlaşarak var. Bir o kadar önemli olan (hatta daha önemli) ise bugüne dek görülen tepkilerin bu gerçeği çok az dikkate almış oldukları. Tepkiler bütün haklılıklarına rağmengeri tepkiler olmaktan kurtulamadılar. Ve her defasında bu tepkilerin gerilikleri ’ulu önderimiz’ce diktatörlüğünü pekiştirmesinin payandası olarak kullanıldı. Bu geriliğin kaynaklandığı güçsüzlüğü aşma çabası ile birleştirilmedikçe

’Neyapmalı’nın şöyle bir karıştırılması bile, birçok temel düşüncenin nereden kaynaklandığını göstermeye yetiyor. Ezberimin güçlü olmasının yol açtığı sorunlardan biri de bu olsa gerek. Bir fikri hele özümsedikten sonra artık insanın kendi fikri ile katıldığı veya paylaştığı fikirleri ayırt etmesi nerdeyse olanaksız.

Bu durumhemen Descartes’i hatırlatıyor. ’Bugüne kadar edindiğim fikirlerden kuşkuya düşünce kendi kendime bunları yanlış sayıp, yeniden başlamaya karar verdim’ anlamında bir paragraf ile başlıyordu, Saf Aklin Eleştirisi(?)’ne. Aradan geçen bunca zamana karşın bu yaklaşım değerinden hiçbir şey yitirmemiş gibi görünüyor.

Halen gerek birey düzeyinde gerek toplum düzeyinde, insanlar, başlangıçta kaynaklarının bilincinde olmadıkları bir dizi fikir edinerek belli bir düzeye ulaşıyor ve hiç olmazsa bir bölümü bu kaynakları belirsiz fikirleri sorgulu yarak kendine ait fikirlere ulaşmaya çalışıyorlar. Bu ’yeni’ fikirlerya gerçekten yeni oluyorlar ya da eski fikirlerin ’yeniden keşfi’ anlamını taşıyorlar. Aslında bu tutum belki adına layık bir aydının karakteristiği sayılabilir. Bu noktaya ulaşamayan bilgilileri aydınımsı, bu işin hakkını veremeyenleri ise yarı aydın saymak yanlış olmasa gerek. Yani aydınlık sorgulama ile başlıyor. İdeolog ise sorgusuz sualsiz fikir sahibi olarak kalıyor ve bu fikirleri dayatıyor.

İdeoloji’apaçık’ gerçeklere dayanıyor. Soru sormuyor, hazır cevapları yayıyor. Bilim ve teori soru ile başlıyor ve cevaba ulaşmaya çalışıyor. Aydın bazen kendi şahsında olmak üzere çağını sorgulayandır. Kendini sorgulamayı çağının sorgulanmasına bağlamayan giderek kendisi ile cebelleşen bir şizofren adayına dönüşüyor.

Anlamak ve anlamlandırmak aydının çabasının çıkış noktasını oluştururken anlatmak devamını oluşturuyor. Aydın; meğerki anlamadığını bile olsa, anlatmaya çalışandır. Anlaşılması ve/veya hemen anlaşılması gerekmiyor. Bu aydının züğürt tesellisinin dayanağını oluşturuyor. Varoluş tarzının ayrılmaz bir parçasını ’ilerde anlaşılabileceği’ varsayımı oluşturuyor. Herkes tarafından onaylanmak bir aydın için istenilir bir durum sayılmasa gerek. Aydın her zaman birilerine ters düşüyor. Hatta çoğu zaman çoğunluğa ve egemen (cari) olana ters düşüyor. Aydın ters düşen adamdır.

Berbang’in 100’üncü sayısı hem düşünmeye başlandığının işaretlerini taşıyor hem de düşünmeyi tahrik ediyor. İlk elde 1986’daki model değişiminin yalın bir anlatımı kendini belli ediyor. Bu değişmenin (değiştirmenin) can alıcı iki noktası ve sonraki uygulanışı ortada yok! Halbuki bu ‘yenilenme’ Kürtler arasındaki apolitizasyon ve savrulmanın baskısı ile ve bunun içinde yaşadıkları toplumun bu aşırı politizasyondan rahatsızlıkları ile gerçekleşti.

Modeldeğişimi; bir yandan ‘bağımsız’ kadroların akınına yol açacaktı, öte yandan politik olmayan bir federasyon daha kolay onay bulacaktı. Federasyon siyasetlerin etkisinden kurtarılmalıydı. Anti siyaset bu değişimin tahrik edici unsuruydu. Halbuki değerlendirmelerde hep toplumun yeni durumuna uyarlanm aolarak anlatılıyor. Bu yanlış.

Geçen sürede ise Federasyonun işleyişi bunun tersine tecelli etti. Başlangıçta ortada olan ‘bağımsız’ unsurlar bile hızla kayboldu. İş yine siyasetlerin başına düştü. Aslında herhalde bağlı derneklerde de durum farklı değil. Federasyonun Buradaki Kürtlerle kıyaslandığında gücündeki azlığı da buradan kaynaklanıyor. Bu durumun tespiti yalnız boşboğazlığın açığa çıkarılması için değil, ayni zamanda,geleceğe yönelik gerçekçi planların yapılabilmesi için de önemlidir.

Bugün Federasyonun yükünü fiilen taşıyan kadrolar, hesabını bu olgudan yola çıkarak yapmalıdırlar. Belki ister memlekette ister dışarıda olsun Kürtlerin kurumlarının ne kadar kitlesel, mesleki veya yasal olurlarsa olsunlar, politikadan uzak duramayacakları söylenebilir. Ve dolayısıyla dün de bugün de hem dışa karşı eyleminin muhtevası hem de içte kurumsal dayanakları bakımından bu ne gereklidir ne de olanaklı.

Demokratiklikle politikliğin bu yanlış ve gereksiz karşı karşıya konuşu bugüne dek kaybettirdikleri bir yana bırakılsa bile bundan sonrası içinde zarar verici bir çıkış noktası olacaktır. Artık bu suni ve yanlış ikilemden kurtulmak gerekiyor. Kürtlerdeki kurumlaşmalara devlet biçiminde örgütlenmiş toplumlara uygulanan (aslında bu durumda da yanlış) ölçülerle yaklaşmak sapla samanı birbirine karıştırmaktır.

Dar grupçuluğun karşısına apolitizasyonu koymaktır. Benzer şeyler belki yabancılarla olan ilişkiler için de söylenebilir. Bu noktada da Kürtlerin ulusal kurumlarının hem dayanakları bakımından hem de hedefleri bakımından kendilerine ait olmaları giderek daha büyük önem kazanıyor.

Dış desteğin kazandırdıkları yanında kaybettirdikleri de hesabı çıkarılması gereken ve kendi gücüne son (sınırına kadar) dayanması gereği bilince çıkarılmalıdır. Dışarıyı gözetme el-oğlunun herşeyden önce kendi çıkarını düşündüğü gerçeği ile birlikte ele alınmalıdır. 10 yıllık silahlı savaş bunun örneğidir.

Bu iki noktanın dışında son 15 yıllık muhaceret yaşamının incelenmesi ve bu yaşantıların deneyime dönüştürülmesi geleceğin en sağlam dayanağı olacaktır.Geçen süre içinde değişen unsurlar kadar değişmeyen unsurlar da dikkate alınmalıdır. Kürt topluluğunun yapısal bileşimi örneğin, kendini koruyor. Bugün buradaki Kürtlerin, çoğunluğu yurtsever özellikler taşıyan ekonomik göçmenler, 80 sonrası mülteci kitlesi ve onların çocuk ve kadınlarından oluşuyor. Bu kesimlere eklenebilecek geçen 10-15 yılda büyümüş ikinci kuşak sayılabilir. Mülteci topluluğu için yeni sayılabilecek unsur, Buradaki varlıklarının stabilizeolması ve ilk kuşağın çoluk-çocuğa karışması sayılabilir.

Bugün buradaki Kürtlerin bir göçmen topluluğu olarak örgütlenip örgütlenemeyecekleri, eğer bu mümkün ise bunun nasıl olması gerektiği tartışılabilir ve tartışılmalıdır. Ama bu tartışma ancak gerçeklere (olumlu ve olumsuz) dayandığı oranda verimli olabilir. Bu ise durum tespiti ile birlikte geçen dönemin doğru algılanması ile yapılabilir.

Federasyon’un bu toparlanmada cazibe merkezi haline gelmesi ve hem topluluğun örgütlenmesi hem de yeni kuşakların eğitilip önünün açılmasında ciddi rol oynaması olanaklıdır. Federasyon yalnız günlük demokratik mücadele ile değil ayrıca geleceğe yapacağı yatırımlarla da ele alınmalıdır. Yani bir yurtseverlik okulu haline getirilmelidir.

Dün ve bugün federasyon’un kongresi idi. Dün uğradım. İlk elde dikkati çeken, Keyan’ın divan başkanlığına seçilmiş olması idi. Herhangi bir tartışmaya yol açmadığı büyük bir olasılık olan bu seçim, anlamı üzerinde dikkatle durulması gereken bir olgudur. Kamu nezdinde tartışma konusu olmuş bir kişinin divan başkanlığı, bilinçli bir seçim değilse bir aptallıktır. Bilinçli bir seçim ise tam bir sorumsuzluk ve kusuru sahiplenmedir.

Bu yalnız son zamanlardaki gevşemenin değil ayrıca 86’daki model değişmesinin anlamını da yeniden ortaya koyuyor. Ve eğer bu değişiklik ‘yeni durma uyarlanma anlamıtaşıyor idi’ ise bu demektir ki o zamandan beri giderek artan bir ölçüde buradaki Kürtler boktan bir çözülme içindedirler.