Kurumlar



Kurumları çoğu zaman canlı organizmalara benzetilebilirler. Herhalde bunu gerektiren nedenlerde vardır.

Bir canlı organizmada ilk göze çarpan özellik; onu oluşturan parçalarda sürekli bir değişme ve yenilenme olmasına karşın, organizmanın sistematik yapısını sürekli korumasıdır. Organizma unsurlarının değişme ve yer değiştirmesiyle değil sistemini oluşturan fonksiyonel ilişkilerin sonucunda hayatiyetini değiştirir. Elbette bu fonksiyonların varlığı ve sürmesi bu unsurların varlığına bağlıdır, çeşitli derecelerde.

Bir organizmanın fonksiyonlarına şu açılardan bakılabilir.

• Organizma fonksiyonlarını yerine getiriyor mu, defonksiyonize mi? (yada alt sistemler)

• Sistemi oluşturan fonksiyonlar (çeşitli temel yada asli-tali) arasında uyum var mı? Yoksa bir çatışma mı var?

• Organizma ya yeni eklenen yada çıkan unsurlar var mı?

Bir kurum için girdi ve çıktıları önemlidir elbette. Ama kurumun fonksiyonel ilişkileri çok daha önemlidir. Bir kurum için her şeyden daha çok defonksiyonize olmak öldürücüdür. İşlevsiz kalmış bir kurum komaya girmiş bir insan gibidir. Hayatiyetinin sınırına gelmiş demektir.

Gericilik döneminin, kurumlarımız üzerindeki etkisi her şeyden önce bu noktada kendini dışa vuruyor. Bu çözücü dağıtıcı etki, kurumlarımızın işlevsiz kalmasından (bırakılmasından) kaynaklanıyor. Bu bireylerde de böyledir. Apo’cu çocuğun öz eleştirisi şimdiki döne döne söylediği nedenlerden de bu olması boşuna değil.

Bir diğeri, fonksiyon belirsizliğidir. Ne yağacağı yeterince net olarak belirlenmemiş bir kurumun ne yapacağı ve ne olacağı hiç belli olmaz.

Bir kurumun sağlıklı işleyebilmesi ve bazı durumlarda varlığını sürdürebilmesi yapısının iyi tanımlanmış olması ile doğrudan doğruya bağlıdır. Bu gericilik dönemlerinde (ki kurumların normal zamanlara göre çok daha fazla dirençli olmasını gerekli kılar.) çok daha büyük bir önem kazanır.

Belki geçici bir süre bir kurum işleyişinin önemli bir bölümünü yerine getirmeden de yaşayabilir. Ama bu hiç bir zaman uzun sürmez. Bir süre sonra dejerasyon ve çözülme kendini gösterir. Bu işlevsiz kurumların kaderidir. ve bireylerin de. İş için oluşturulan bir yapı ancak iş içinde varlığını sürdürebilir.

İşsizlik ve gizli işsizlik yalnızca geri kalmış ülkelerin değil aynı zamanda ülkelerdeki devrimci hareketler için de bir sosyal siyasal afettir. Ama kapitalizm bu sorunu emek yoğun sanayi dallarına yatırım yaparak bir ölçüde çözebiliyor. Biz ise bunu da yapamıyoruz. Hatta denile bilinir ki tersini yapıyoruz. Örneğin dağa gitme, maceradır. Avrupa’ya gitme, dejerasyondur. Ülkeye gitme, tehlikelidir diyoruz. Peki ne yapayım? dendiğinde de, oturoturduğun yerde ve bekle! diyoruz. Bu anlamda öl demektir. Sonra niye öldün diye ya küfrediyor yada mezarı başında göz yaşı döküyoruz.

Böyle dönemlerde sağlı sollu sapkın akımların ortaya çıkması beklenir elbette ama bunların alternatifi atalet değildir. Çünkü zaten bu adımların ortaya çıkışının has sebeplerinden biri atalettir. Sebebi çare olarak sunmak nasıl bir mantıktır.? ve bu sapkınlar ataletin piçleridirler. Kararlı olmaksa atıl olmak değildir. Ne pratik nede düşünsel olarak.